Sevilay  Yılman

Atatürk boşuna dememiş o sözü!

Paylaş
  • Linkedin
  • Pinterest
  • Whatsapp
  • Telegram
  • Reddit
A- A+ Paylaş

Virüsün ilk tespit edildiği 11 Mart’tan bugüne kadar geçen gün sayısı toplamda 45 gün!

Elbette endişemiz, korkumuz ve paniğimiz ilk günlerdeki gibi değil.

En azından yakın çevremden edindiğim izlenim bu yönde.

Tabii bunun böyle olmasının nedeni virüse aşinalık yani alışmışlık filan değil.

Nedeni Türkiye’nin hem virüsün yayılması hem de ondan kaynaklı Covid-19 konusunda verdiği mücadelenin karşılık bulmuş olmasından.

Kim ne der ne düşünür umurumda değil…

Ama neredeyse bu meseleyle yatıp kalkan bir gazeteci, yurttaş olarak dünya geneline bakıldığında Türkiye’nin koronavirüs ile ilgili verdiği mücadelede reel anlamda fark yarattığını söylemek zorundayım.

Elbette ki virüsün geç gelmesi büyük bir şans oldu.

Ancak kabul edelim ki bu şans doğru bir biçimde de kullanılamayabilirdi.

Çok sağlam kökleri olan bir sağlık sistemimiz, çok iyi yetişmiş hekimlerimiz olduğu su götürmez bir gerçek!

Ve ben bu gerçeği de şimdi değil senelerdir dile getiriyorum.

(Merak edenler için mesela o yazılarımdan biri...)

Bu vesile ile… Özellikle de TBMM’nin kuruluşunun 100. yılını kutladığımız bugünde başta ilk kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e ve tüm arkadaşlarına minnet duyduğumu belirtmek istiyorum.

Gerçekten sağlık sistemini öyle bir zemin üzerine oturtmuşlar, öyle bir temel atmışlar ki…

O temel üzerinden yükselen şahane politikalar sayesinde de şahane bir seviyede.

Boşuna dememiş o sözü; “Her ne olursa olsun beni Türk hekimlerine emanet edin!” diye…

Gerçekten de şu an tüm dünyanın dudağını ısırarak izlediği bir sağlık sistemimiz ve tıp ordumuz var ve dünyanın en baba ülkelerinin bile karşısında diz çöktüğü böyle bir salgınla dahi en başarılı bir biçimde başa çıkabiliyoruz.

Tabii yeri geldi bir hakkı daha teslim etmem lazım.

Her şey güzel, iyi ama virüs Türkiye’ye ilk girdiği an itibarı ile izlenecek berbat bir politika ile biz de bu salgın karşısında aciz kalabilirdik diğer ülkeler gibi.

O nedenle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca başta olmak üzere birlikte çalıştığı Bilim Kurulu üyelerini ve pek tabii hastalıkla ilgili onların protokollerini, tedavi yöntemlerini özümseyerek görev yapan tüm sağlık çalışanlarımızı bir kez daha tebrik etmek istiyorum.

Gerçekten biz bu salgını en az hasarla atlatıyor isek…

Bunda en büyük pay sahibi olanlar onlardır.

45 günden bu yana çok büyük bir özveri gösterdiler ve hâlâ göstermeye devam ediyorlar.

 

Peki nasıl bir politika izlendi?

Ne yapıldı da bu ülkede dünya geneline göre fark yaratacak başarıyı elde edebildik?

Dün bunun yanıtını ayrıntısı ile bir de yakın dostum da olan Doçent Doktor Aytuğ Altundağ’dan dinledim.

Çok uzun bir görüşmeydi tamamını aktarmam mümkün değil elbette ama anlattıklarından özetle şu sonuca vardım…

Türkiye’nin virüsle mücadele etmiş tecrübe sahibi ülkeleri dikkatle takip etmesinin çok ama çok etkili olduğunu anladım bir kere.

Doktor Aytuğ diyor ki; ”Hatırlarsanız ilk günlerde testlerin sonucu birkaç günde filan çıkıyordu… Tüm hekimler bir yandan test için burundan sürüntüyü alıp Sağlık Bakanlığı’na yolluyorduk ama bu arada da mutlaka hemen akciğer filmi başta olmak üzere diğer tüm tetkikler de yapılıyordu… Ve test sonucu beklenmeden akciğer filmine göre hemen bakanlığın protokol listesinde yer alan ilaçlara başlanıyordu. Bu hastalıkta erken teşhis ve tedavinin önemi sonra çok net ortaya çıktı. Hastalığın erken teşhisi sonrası hızlı tedavi başlanması ölüm oranlarını çok düşük seviyede tutmamızı sağladı. Şu an dünyada bu hastalıktan en düşük ölüm oranına sahip ülkelerin başında geliyoruz."

İlaçların isimlerini yazmayacağım ama şunu diyeyim…

Sağlık Bakanlığı/Bilim Kurulu tedavide kullanılan ilaçları virüsle yoğun mücadele eden ülkelerin hikayelerinden faydalanarak belirlediği biliniyor zaten.

Ben bu ilaçların özellikle Çin’in deneyimlerine göre seçildiğini sanıyordum.

Çin de var ama dün Doktor Aytuğ’dan öğrendim ki öncü olarak kullanılan daha doğrusu hastalığın ilk aşamasında kullanılan ilaçlar Fransa’nın tecrübelerine göre belirlenmiş.  

“Fransa da salgına hazırlıksız yakalandı ve çok kötü oldu ama kabul etmek gerekir ki bir İtalya ya da İspanya gibi olmadı… Çünkü Fransız Doktor Didier Rault’un sıtma ve zatürre tedavisinde kullanılan İki ilaçlı kombinasyonunun Covid-19’da etkili olduğunu keşfetmesi üzerine erkenden başlattı Fransa Sağlık Bakanlığı ve İtalya, İspanya kadar kötü olmadı! Daha ucuz atlattı!

Doktor Rault’un hiç vakit kaybetmeden o ilaç kombinasyonunu kullanmaya karar veren ilk ülkelerden biridir Türkiye.

Sonra bu kombinasyon tüm dünya ülkeleri için genel bir protokol oldu zaten.

ABD Başkanı Trump da sıtma ilacının Covid-19 hastalığında çok etkili olduğunu gördüklerini açıkladı…”

Oğlumun öğrenim hayatına devam ettiği ülkenin virüsle mücadelesini de yakından takip eden biri olarak şaşırdım Altundağ’ın Fransa ile ilgili verdiği bu bilgiye ama sonra kafama yattı.

Çünkü net biliyorum ki koronavirüsün Avrupa’da ilk görüldüğü ülke Fransa idi. Hatta oğlumun yaşadığı şehir Bordeaux!

Tabii bu arada hatırlatayım… Fransızların Afrika Kıtası’nda sömürgeleri olduğu için sıtma ilacı tecrübesi çok yüksek. Uzun süre Afrika’da görev yapan bürokratlarına, devlet görevlilerine ve turistik amaçla giden vatandaşlarına sıtma ilacı kullandırttığı için bu ilaçların etkileri konusunda çok bilgililer.

Buna ek olarak Türkiye aslında Japonya’nın bulduğu ama Çin’de hastalığın ileri dönemlerinde kullanılan ilacı da getirerek bunun protokollerine tüm dünyadan daha erken bir dönemde başlamanın karşılığını aldı. Bunu da Bilim Kurulu ve sahada çalışan doktorların deneyimlerini bilimsel çalışmalarını sunarak yakında paylaşacağını tahmin ediyorum.

 

Sadece ilaç seçimlerinin doğruluğu ya da kullanma biçimleri değil elbette Türkiye’yi mücadelede farklı bir yere oturtan.

Anladığım kadarıyla Türkiye sadece iyileri değil, kötüleri de örnek olarak almış.

Mesela onların düştüğü duruma düşmemek için İtalya ne yaptıysa yapmama kararı almış.

Virüsün yayılımının hızlı ve fazla olması sebebi ile sağlık sisteminin kilitlenmesi sonucu İtalya’da ölüm oranının yüksek olduğu biliniyor zaten.

İşte Türkiye’nin İtalya durumuna düşmemesinin en temel sebebi onların başlarda yapamadığı kontrollü/kısmi izolasyon politikası…

Eğer o önlemler alınmamış olsa idi İtalya’daki gibi bir yığılma yaşanırdı ve tıpkı İtalya’da olduğu gibi sistem kilitlenir ve dünyanın en donanımlı hastanelerine ve en deneyimli sağlık çalışanlarına sahip olsak da durumumuz İtalya’dan asla farklı olamazdı.

Biz bugün onlar gibi değilsek bunu öncelikle bir kısım olsa da evde kalınarak sağlanan izolasyona borçluyuz.

O nedenle Sağlık Bakanı’nın, Bilim Kurulu’nun 45 günden bu yana hemen her gün ısrarla; “Evde kalın!” diyerek kendilerini paralamaları çok değerli!

LOJİSTİK İLAÇ DESTEĞİ

Tabii bir de tedavide yeni yöntemlerin keşfi meselesi var.

Mesela bunlardan biri ateş, öksürük, nefes darlığı semptomları gösteriyor olsa da hastayı hemen entübe etmemek, önce yüksek akımlı oksijen vererek tedavi etmeye çalışmak…

Yanlış bilmiyorsam eğer İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın tedavisinde de Türkiye’deki bu yöntem örnek alınmış.

Bunun çok insanı yoğun bakıma düşürmeden iyileştirdiği söyleniyor…

Ve bir şey daha aktardı Doktor Aytuğ….

Hastanın yüzü koyun yatırılmasının da tedaviye büyük artısı olduğunu ifade ediyor.

“Hasta pron pozisyonda yatırılarak tedavi edildiğinde akciğerin havalanması, kanlanma dengelemesinde müthiş etkisi var… Başta Türkiye olmak üzere tüm bu yöntem kullanılıyor artık… Ve Türkiye’nin virüsle imtihanında evde tedavi gören hastaya ilaç lojistiği sayesinde de büyük fark yaratılıyor! Şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir uygulama var Türkiye’de… Evde, ayakta tedavi olabilecek hastalara ilaç götürülüyor bakanlık çalışanları tarafından ve bu ilaçlar bila bedel ulaştırılıyor…” diyor…

Özetle değerli okurlarım…

Gidişatımız iyi!

Ancak nasıl olsa iyiymişiz deyip rehavete kapılmayalım…

Allah muhafaza o rehavetle saçmalayıp da duvara toslamayalım!

Sağlıklı kalın…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sevilay Yılman yazıları