Erdoğan ve Türkiye birlikteliğinin gücü
- Telegram
Dünya değişiyor.
Yani Türkiye'nin meselesi dediğimiz her şey aynı zamanda dünyanın meselesi...
Karışık mı oldu? Açmaya çalışayım.
Dünyanın "küresel merkez"in tayin ettiği yönde değişmesi isteniyor.
Fakat malum değişimin kaosa dönüşmemesi için kontrollü olması gerekiyor.
O yüzden de...
Çok kaba biçimde söylersek, çoktan yıpranmış neoliberal ekonomi politikalarının küçük düzeltmelerle yoluna devam etmesi...
Çevre ülkelerin korku (planlı şiddet ve kaos) ve haz (dijital teknoloji, akıllı telefonlar, özgürlük illüzyonları ve sürekli pompalanan cinsel kimlik kayganlığı) politikaları yoluyla biçimlendirilmesi...
Ama merkez ülkelerin de asla aşırı kutuplaşmaması (Ki Putin bu yola girince derhal çevreye/dışarı itilmeye başlandı) üzerine kurulu bir stratejik çerçevede değişim sürecek İstenen bu!
Bunları okuyunca "hah, Haşmet de komplo teorici oldu" diyecek sersemlere, kurumsal stratejiler ile "komplo teorisi" denilen şeydeki komplonun bambaşka şeyler olduğunu anlatmakla uğraşamam!
Kaldı ki, komplo aynı zamanda düzendir.
Bir yerde düzen arıyorsanız, komplo da bulursunuz.
Komplo teorisi ve paranoyak politika (sosyolojik dinamikleri dışarıda bırakma) bambaşka şeylerdir.
Oysa şimdi bir tür sosyolojiden bahsedeceğim...
Türkiye toplumu ve Tayyip Erdoğan neden 21. yüzyılı şekillendirmek isteyen güçlerirahatsız ediyor?
Neden bu iki dinamiği (Türkiye ve Erdoğan'ı) ayrı değerlendiremeyiz?
Şundan...
Dünyanın merkez ve büyük çevre ülkelerinde kitleler hızla depolitize ediliyor.
Küresel güçlerin antidemokratik ihtiyacı ile modern demokrasilerin neoliberal veya sol intiharları bu noktada birleşti.
Neden Brezilya'da jüristokratik darbe ve bizde 17-25 Aralık denemesi?
Çünkü bu iki ülkenin liderleri siyasal "söz"lerini doğrudan kitlelerde "tecessüm" ettirebiliyorlar.
Bu çok ama çok önemli.
Küresel hesaplarla bu liderlerin esas uyumsuzlukları tam bu nokta işte!
Kitleleri hâlâ ciddi biçimde düşünmeye ve sorgulamaya itebiliyorlar.
Mesele (kabaca) budur.
Burada keseyim.
Ama jüristokrasinin (yargı iktidarının) Avrupa'da dahi demokrasiyi iyice kıyıya itmenin eşiğine gelmesi üzerinde durmaya değer bir nokta.
Bazı akademik Marksistler şimdiden "Avrupa'yı yakında üç beş savcı yönetirse, şaşırmayalım!" diye yazmaya başladılar bile.
Çünkü ırkçı sağ oluşumlar hariç kitleler politikadan uzaklaştırıldı.
Oligarşik sermayelerin savcılarına gün doğdu. Halk yok ortada!
Bu noktadan daha sonra devam ederiz.